~Miyav~

23 Temmuz 2010 Cuma

Kendini Bulamayan Adam – 4

Uyandım. Her uyanışımda farklı bir yerde olmanın korkusuyla önce etrafıma baktım. Hala hücredeydim. Derin bir rahatlama hissettim. İnsan deli hücresinde olduğu için rahatlar mı? Ben rahatlamıştım, en azından kaybolmamıştım kendimi en son bıraktığım yerden.

Düşündüm. Neden buradayım? Şu anda mantıklı düşünebildiğime göre, burada olmamam gerekiyor. Bu da mı o lanet tümörlerin bana olan bir oyunu? Benim hayatımı benim yerime yaşayıp eğleniyordu bu mikro lanetler.

- Psst.

Bir ses. Kafamın içinde değil, odadan geliyordu. Ama odada kimse yoktu.

- Psst! Buraya bak. Duvara.

- Ne duvarı, kimsin sen?

- Ben senim. Duvara bak!

Aha. Gerçekten delirmişim.

-Hayır delirmedin! Sadece beni dinle. Buradan kurtulabilirsin.

Bir düşüncelerimi okuduğun eksikti.

Duvara baktım. Duvar birden ayna gibi bir hal aldı. Karşısına geçip yansımama baktım. Ve karşımda, kendimi gördüm. Sadece, ben hareket ettiğimde benimle birlikte hareket etmiyordu. Benim üzerimde deli gömleği varken, onun üzerinde kısa şort ve kolsuz bir t-shirt vardı. Boyu benden kısaydı, ama bendi.

Sen… Daha çocuksun.

- Sen de moruklaşmış bir dedesin! Kaç yıldır buradasın, haberin var mı? Eminim kendi suratına bakma şansın olmamıştır. Sana bir özet geçeyim:

İlker Kılıçbeyoğulları… Tümör ameliyatından sonra yaşadığın psikolojik dengesizliklerden 40 yıl boyunca kurtulamadın. 65 yaşında her şeyini kaybetmiş durumdasın, aklın da dahil. Yüzlerce doktor denendi, binlerce test yapıldı üzerinde, nafile. Eşin olacak Selen Gülseren, Kılıçbeyoğulları oteller zincirini otomatikman üzerine devraldı. 37 yıldır bir doktor ile evli. Sensiz daha mutlu bir hayat sürmekte. Her şeyini kaybettin, eğer her şeyi bilseydin…

- Neyi bilseydim?

- Yalnız kalmalısın, ve asla yalnız kalmamalısın. Mutlu olmanın tek yolu bu. Evlenme. Bu dünyada evleneceğin insanlar seni sadece statün, paran, pulun, hayatta herkesten farklı tatlar yaşama alışkanlığın için seninle evlenecek. Bu senin kaderin. Bu dünyadaki herkesin kaderi. Parasız, pulsuz, çirkin ve bilgisiz insanlar evlenemez. Diğerleri de evlenir, fakat bekarken sahip oldukları şeyler, yaşam istekleri emilir kadınlar tarafından. Çok konuştuğumun farkındayım, ama bilmen gerek.

- Neyi velet neyi!!!

- Karın yıllarca sahip olduklarına sahip olmayı planladı. Yarısı yetmedi bir zaman sonra. Bir doktor ile anlaştı. Fransız. Belki hatırlarsın adını, Pierre-Louis.

- Marimar dizisine döndürme lanet hayatımı velet! Duvardan çıktın diye sana inanmamı bekleme. Bana benzediğini düşündüğüm için sana inanmamı bekleme. Çünkü artık ben bile neye benzediğimi hatırlamıyorum!

- Sonunda anlamaya başladın. Bu, sen değilsin, biliyorsun bunu.

- Kimim ben? Bu hücreyi haketmeme ramak kaldı, o yüzden kim olduğumu söyle!

- Sana verebileceğim tek ipucu var. Bu bir rüya ve uyanmak için intihar etmelisin.

- Asıl deli sensin… DELİSİN!!!

“Bir başka psikotik atak geçiriyor. Ekip toplanın! 2mg Ativan! Çabuk!”

- Kafanı duvara sertçe vur. Çabuk ol, iğneyi yersen bir daha kendini asla bulamayabilirsin.

Ne yapacağımı bilmiyordum. Fakat böyle yaşamaktansa, ölmek daha hoş geliyordu zaten kulağa. Herşeyin gerçek olduğunu, ve delirdiğimi bile bile, sürüne sürüne duvara yaklaştım.

Bir saniye durdum. Duvara baktım. Her yerden çığlıklar geliyordu. Yakalanmak üzereydim. Hoşçakal dünya…

[ÇAT]

Çığlıklar… Devam ediyor. Başım. Duvara çok sert vurmuş olmalıyım…

- Kanka!

Her şey bir garip.. Öldüm ve cehenneme düşüyorum sanırım. Gözlerim hala karanlık…

- Hacı uçmuşsun sen ya, kendine gel hooop!!

Ne? Ne kankası? Sarsılıyorum, kalabalık, çığlıklar, başımdaki ağrı… Burası…

Bir konserdeydim. Yüksek ses ve insanların çığlıkları başımın içindeydi.

- Kanka iyi misin? Çok içtin sanırım. Kendine gel! Ana grup çıkmak üzere!

Ne grubu ya… Ana grup.. Konser.. Meta.. Metallica!

Köpeköldüreni içerken aşırıya kaçmışım. Başım çatlayacak gibi, ama bunu kaçıramam.

Devamı gelecek…

22 Temmuz 2010 Perşembe

Kendini Bulamayan Adam - 3

Yoldaydım. Korkuyordum. Sanki hayatım benden habersiz kendini borsaya yatırmış ve başarılı olmuştu, hem de bir gecede. Neydi bu başıma gelenler, neydi?

Dikkatimi kaybetmiştim. Başım dönüyordu. Çok halsizdim. GPS sürekli sola dön, sağa dön diye dikkatimi toparlamaya çalışmasa gideceğim tek istikamet önüme çıkacak olan ilk duvaraydı, ve yavaşlamaya niyetim yoktu.

Telefonum çaldı. Arayan “Hayatım” idi. Bir sorunum olduğunu farketmesini istemedim. Cevapladım.

Ben: Alo hayatım?

Bitanem: Hayatımm! Beni otelden aradılar, ben de merak ettim, bir sorunun mu var? İyi misin?

Ben: Evet bebeğim, herşey yolunda, iyiyim ben. Canım sıcak çikolata istedi, dışarı çıktım.

Bitanem: Anladım kocacığım, çikolatanın keyfini çıkart, şu çikolatayı da benden çok sevmeyiver! (Hafif şakacı bir tavırla söylüyor bunu, belli. Her şey yolunda)

Ben: Seni her bişeyden çok seviyorum hayatım her şey yolunda merak etme. Kapatıyorum şimdi, akşam görüşürüz.

Bitanem: Öptüm!

“Ulan ne oyuncu herifmişim ben meğer.”

Rahatsız edilmek istemedim daha fazla. Telefonumu kapattım. Hastaneye varmıştım. İçeri girdiğimde, insanların gözü yine hep üzerimdeydi, fakat bu kez farklıydı. Sanki buraya ait değilmişim gibi bakıyorlardı bana. Danışmaya ilerledim.

- İyi günler. Nöroloji bölümünden muayene için randevu alacaktım.

- M..muayene? He…hemen efendim! Randevuya gerek yok, lütfen oturun!

Kız hemen telefona sarıldı, bir kaç tuşa bastı.

- Professeur, Monsieur İlker Kılıçbeyoğulları est ici. Il veut vous voir immediatement.

Kız çok büyük telaş içerisinde hemen doktoru görmek istediğimi anlatmaya çalışı… Bir saniye. Ben kızın ne dediğini nasıl anlıyordum? Kız Fransızca konuşuyordu ve ben anlıyordum. Her bir şeye şaşırdığım için şaşırma yetimi kaybetmeye başlamıştım. Yine başım dönmeye başladı.

Kız telefonu kapattı ve tekrardan bana döndü:

- İlker bey, kadromuzun en başarılı nörologu sizi odasında bekliyor, sağdaki koridordan girin, sola döndüğünüzde üçüncü kapı.

Başbakan mıyım lan ben? Bu ne heyecan? Tamam 5 yıldızlı bir otel sahibi olabilirim, fakat bu muamele böyle birisi için bile çok fazla diye düşündüm. Soldaki üçüncü kapı:

Prof. Dr. Pierre-Louis Lefèvre. Nöroloji.

Kapıyı çalıp içeriye girdim.

- Ouuvv mösyö İlker! Bienvenue, bienvenue, buyrun oturun s’il vous plait. Sizin gibi birisini ağırlamak… C’est magnifique! Buyrun!

- Doktor bey. Beynimde bir sorun olduğunu düşünmekteyim. Ara ara baş dönmeleri yaşıyorum, beynim patlayacakmış gibi hissediyorum. Bir sürü şeye sahibim, Fransızca biliyorum, araba kullanabiliyorum, fakat bunların hiç biri için uğraş vermedim. Bu sabah uyandığımda bir eve, bir arabaya, bir işe, bir eşe sahiptim!

- Oui mosyö. Sizi bir kaç test için burada tutmak isteyeceğim, s’il vous plait. Metal eşyalarınızı burada bırakın, MR odasına geçelim.

MR odasına girdim. Makinenin görüntüsü bile beni korkutmaya yetmişti. Şöyle büyükcene bir makineydi:

- Mösyö, şimdi sizden sabit durmanızı isteyeceğim, biraz gürültülü bir mekan olabilir non? Sakin olunuz s’il vous plait, başlıyoruz.

Makine saniyede iki kez beynimin içine işleyen bir çekiç vurma sesi çıkartıyordu. Sabırlı oldum. Bekledim. Bu da geçecek dedim içimden.

Ne kadar olduğunu kestiremediğim bir süre boyunca orada öylece durdum. Ve işlem tamamlandı. Pierre-Louis bana odasında beklememi istediğini söyledi.

Beklemeye başladım. Sade, düzenli ve temiz bir ofise sahipti bu Fransız profesör. Profesör dendiğinde hep aklıma Einstein tipli adamlar gelirdi, o yüzden biraz garip bulmuştum doktorumun, ve bu ofisin halini.

Sonunda. Doktorum elinde bir kaç döküman ve mr sonuçları ile gelmişti.

-Monsieur, açıkçası très surprise. Durumunuz.. İyi değil. MR sonuçlarınıza bakın.

- Gördüğünüz üzere, hippocampus ve temporal lobunuzda tümörlere rastladık mösyö İlker. Bu zamana kadar nasıl hayatta kalmanız… C’est une miracle. Dediklerinizden ve sonuçlardan anladığım kadarıyla, uzun süreli hafızanızın belli bir bölümünü kaybetmişsiniz. Tümörler uzun süreli hafızayı yöneten bölgelerde gelişmiş, oui.

- Peki ne kadar ömrüm var?

- Mösyö. Tıp şansınıza çok ilerledi. Sizi bu tümörlerden kurtarabilirim. Fakat tabii ki riskleriniz olmakta. Yapacağımız şey beyin tümörü operasyonu. Tümörler alabileceğimiz uzaklıkta ve cerrahi olarak çıkartılabilir. Sizi hemen yatırmamız gerekecek. Ailenize telefon açın ve durumu bildirin s’il vous plait.

Lanet olsun… Bir tümörün eksikti İlker! 5 yıl boyunca yaptıklarımın hiç birini hatırlamayışım bundanmış.

- Doktor bey.

- Oui?

- Hafızamı geri kazanabilecek miyim?

- Tristement, non mösyö, hasar kalıcı görünüyor.

Lanet olsun…  Ah yine başım dönüyor. Hafifledi vücudum birden. Neler oluyor? Kararıyor düny…

- Mon dieu! HEMŞİRE! HEMŞİRE!!!

Gözümü açtım. Etrafıma bakındım. Eski, dökük sıvasız duvarlar. Rutubet kokusu. Çok halsizdim ve deli gibi susamıştım. Ayağa kalkmak istedim, fakat tökezleyip yere düştüm tekrardan. Kollarımı hareket ettiremiyordum. Kendime bakınca anladım.

Üzerimde bir deli gömleği vardı.

- LANET OLSUN BEN DELİ DEĞİLİM! DELİ DEĞİLİM!!! ADIM İLKER KILIÇBEYOĞULLARI!!! ÇIKARIN BENİ BURDAN ALLAHIN BELASI HERİFLER!!!

Sonunda bir ses duydum.

- Yine psikotik atak geçiriyor. 2mg ativan verin! Hemen!

Kapı açıldı, içeri gelen beyaz gömlekli adamlar hareketsiz, biçare olan bedenime iğne ile bir şey enjekte ettiler. Birden dünya hafifledi, ve tekrardan kendimden geçtim…

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Kendini Bulamayan Adam - 2

İşyerine giderken, bir yandan etrafımı izliyordum. Etrafta çok değişik dükkanlar vardı, çok farklı insanlar dolaşmaktaydı. O anda bir şey dank etti bana. Ben ne zaman araba kullanmayı öğrenmiştim? Bir an için panikledim. Kırmızı ışıkta durdum, arabanın torpido gözüne baktım. Şükürler olsun, ehliyetim vardı. 2011 yılının Temmuz ayında alınmış bir ehliyet, üzerinde benim fotoğrafım. Telefonuma baktım. 20 Temmuz 2010 Salı yazmaktaydı. Delirmeye mi başlıyorum acaba diye düşündüm, fakat aklım yerinde gibi hissediyordum.

GPS ekranına baktım. İşyerime vardığımı işaret ediyordu. İşyerim diye kayıtlı olan yer şöyle bir oteldi.

hıms

“Hasiktir nasıl ya? Ne oteli? Ne yapıyorum ki ben burada?”

Şöyle bir baktım binaya. Beş yıldızlı bir oteldi, oldukça da lükstü. Daha önce buraya geldiğimi hatırlamıyordum. Ben arabanın içinde kara kara düşünürken görevli olduğunu düşündüğüm kırmızı üniformalı biri geldi.

“Hoşgeldiniz efendim. Lütfen müsaade edin, aracınızı park alanına götüreyim.”

İkinci şaşkınlık. Basit bir iş yapmıyorum herhalde, yönetim kadrosunda falanım herhalde diye düşündüm.

Arabadan indim, otele girdim. Benim girmemle birlikte orada çalışanların havasının bir anda değiştiğini gördüm. Bellboylar kendilerine çeki düzen veriyor, resepsiyonda hanım hanımcık bir kız vardı, gömleğinin yakalarını düzeltiyordu. Herkesin gözü üzerimdeydi.

“Hoşgeldiniz efendim.”

“Günaydın efendim.”

“İyi sabahlar efendim.”

Kesin yönetim kurulundayım dedim içimden. Yüzümde o mutlu gülümseme belirdi tekrardan. Öylece yürüyordum, çalışanları görüyordum. Bellboyun teki beni kendimden alacak o cümleyi söyledi:

“Otelinize hoşgeldiniz efendim.”

“…Ne?”

“Otelinize hoşgeldiniz efendim.”

Bu koskoca otel bana mı aitti? Piyango vurmuş olmalıydı bana böyle bir yere sahip olabilmek için. Başım dönüyordu şaşkınlıktan, bu kadarı çok fazlaydı. Sadece tek bir soru sorabiliyordum kendime.

“Bütün bunları neden hatırlayamıyorum?”

Hiç iyi hissetmediğimi farkettim o an. Bir doktora görünmeliydim. Ofisimi, yaşam tarzımı, sahip olduğum hiç bir şeyi umursayacak halde değildim. Hangi ara edindim bütün bunları?

Dışarı çıktım, çalışanlar bu sefer şaşırmış bir şekilde arkamdan bakıyorlardı. Benim şaşkınlığımın yanında hiç bir şeydi. Endişelenecek bir şey yoktu zaten. Madem patron benim, kimse bir şey diyemez zaten diye düşündüm. Arabama bindim.

GPS ekranı yine bana ışığını yaktı arabayı çalıştırdığımda. “Nereye gideceksiniz?”

“Ulan derdimden bir sen anlıyorsun teknoloji.”

En yakın hastaneye olan direktifleri aldım, ve yola çıkmaya başladım…

20 Temmuz 2010 Salı

Kendini bulamayan adam - 1

Bu sabah İstanbul’un yağmurlu yüzü ile uyandım. Kuş cıvıltıları takip etti yere damlayan su taneciklerinin seslerini. Farklı bir yerde uyandığımı farkettim bu sefer, evimin huzurundan uzakta, başka bir evde.

Gözlerimi açtım, etrafıma bakındım. Aslında fazla değişen bir şey olmamıştı. Telefonuma baktım. Hala Avea –Şişli- yazıyordu. Halen dünyama yakındım. Aynı ülkede nefes alıyordum. Aynı şehirde geziyordum.

Tarih garibime gitmişti, 5 yıl ilerisine ayarlıydı, hatta tam 5 yıl. Düzelttim.

Çalışma masam vardı yatak odamda, üzerinde de bir adet laptop. Fakat benim kullanabileceğim bir masadan çok daha sadeydi. Dolap ahşap ve aynalıydı, boyum kadar uzun bir ayna vardı dolabın üzerinde. Bütün oda inanılmaz düzenliydi. Kadın eli değmiş olduğu kesindi.

Kalktım. İki kişilik bir yataktı yattığım. Oldukça rahattı. Yanımda bir yastığın daha olduğunu farkettim. Gülümsedim.

Yataktan kalktım, ayak ucumda tüylü terlikler vardı. Bana göreydi. Giydim ve lavabonun yolunu tuttum.

Yüzümü yıkadım. Aynada kendime baktım.

“Bir günde insan ne kadar değişebiliyor böyle?” diye kendi kendime mırıldandım.

Mutfaktan bir ses geldi; “Omletin hazır bitanem! İşe geç kalacaksın!”

Gittim. Mutfakta inanılmaz lezzetli görünen, özenle hazırlanmış, sadece benim için olduğu belli olan bir tabakta omlet ve çeşit çeşit kahvaltılık vardı. Ve inanılmaz güzellikte, eşim olduğunu düşündüğüm bir kadın.

Farklı yemekler yiyordum belki ama damak tadım hala aynıydı, yerindeydi.

O sırada, eşim, bana: “Akşam işten erken çıkmaya bak, sana bir sürprizim olacak.” dedi. Ne sürprizi? Niye? Hiç bir anlam veremedim, ama renk vermedim. “Tabii hayatım, meraklandım şimdi.” diyebildim.

Dışarı çıktım, çıkarken anahtarımı aldım. Araba anahtarı vardı, bir de alarm kumandası. Etrafıma baktım. Hangi arabanın benim olduğunu kestirememiştim. Kilit düğmesine bastım. Çok şık bir Audi bana “Cik cik” diye ses verdi. İşte bu hoşuma gitmişti.

Arabama bindim, anahtarı çevirmeden önce durdum, ve işlemeye başladım öğrendiğim bilgileri. Bir evim, bir eşim, bir mesleğim vardı, iyi para kazandığım belliydi. Peki neden evimi, eşimin olduğunu, arabamı, çalıştığım yeri hatırlamıyordum? Kafam çok karışıktı.

Arabada gps modülü olduğunu farkettim. Arabayı çalıştırdım, gps ekranına baktım. “Nereye gideceksiniz?” sorusuna önceden kayıtlı olan “İşyerim” seçeneğini seçerek yanıt verdim. Verilen direktifler doğrultusunda yola çıkmaya başladım. İşyerime gittiğimde ne yapacağımı hiç bilmiyordum…